_Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman
askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir (1400
lerden beridir İslam adına kandırılıp kullanıldığınız) yattığınız yeter. Artık
uyanınız (Al-i Muhammed'e bağlı istikametiniz olan aslınıza dönünüz), sabahtır.
Yoksa, sahrâ-yı vahşette yatmakla gaflet sizi yağma edecektir. (Divanı Harbi
Örfi)
-------------------------------------------------------------
Hâtemü'l-Evliyâ'nın,Halkın Fesada Düştüğü Bir Devirde Türk'e Gönderilmesi:
-------------------------------------------------------------
Hâtemü'l-Evliyâ'nın,Halkın Fesada Düştüğü Bir Devirde Türk'e Gönderilmesi:
Yaklaşık on bir asır
önce kaleme aldığı 'Hatmü'l-Evliyâ' adlı eserinde, kırkların tümünün zuhurundan
sonra 'Hâtemü'l-evliyâ' olan zâtın kâim olacağını haber veren Hakîm et-Tirmizî
Hazretleri (kuddise sırruh) (v. 932), yaşadığı mânevî tecellîleri anlattığı 'Büdüvv-ü
Şe'n' adlı risâlesinde belirttiğine göre, kırkların zuhûrundan sonra kâim
olacak olan bu zâtın, halkın fesada düştüğü bir zamanda Türk'e gönderileceğini
keşfetmişti.
Hazret sanki âhir
zamanın fitne, sıkıntı ve buhranla dolu karanlık günlerinde yaşayan insanların,
isyanları nedeniyle belâya maruz kaldıkları bir âna nazar edercesine, mânâ
âleminde; 'halkın hepsini susmuş, korkudan dehşete düşmüş' ve 'kimileri kimini
tanımaz ve korkudan garipleşmiş' bir hâlde müşâhade etmiş; kendisine Allah
tarafından 'emrolunmuş bir kimse'nin, 'hiç kimse farkına varmadan' böyle bir
ortamda 'yardımcılarıyla birlikte' yeryüzüne geldiği haber verilmişti.
Bu kişi diğer veliler
üzerinde söz ve tasarruf sahibi bir zât olmalıydı ki, tanımadığı bir kimse
kendisine; 'Şu acâipliği görüyor musun? Emrolunan kişi kendileriyle konuşmak
için tüm dünya ehlinden kırk kişiyi istemiş! ' diyerek, onun 'hepsi dünya
ehlinden olan bu kırklar'ı mânevî bir toplantıya çağırdığını bildirmişti.
Toplantı emri yalnız kırklar'a gelmiş, ancak bu zâtı, yanındaki bazı velîlerle
birlikte Hazret de merâk edip görmeyi istemişti. Öyle ki; 'Emrolunan kişiyi ben
hangi şeyle tanıyacak ve (onunla) ne zaman tanışacağım?' diyerek, bu arzusunu
açıkça da dile getirmekteydi. Bunun üzerine Hazret'e: 'Kırkların henüz tamamı
mevcud değilken; emrolunan kişinin bunların üzerine, Türk'e geleceği haber'
verildi.
Nitekim Hazret, bu
haberi aldıktan kısa bir süre sonra; halkı içinde bulundukları çalkantı ve
karışıklıktan kurtaran bir de ordu bulunduğunu müşâhade ederek; 'Halkın,
maiyyeti Türk olan bir orduya mürâcaat ettiklerini gördüm, Türk onlara
yoldaşlık ediyordu.' diyor ve ardından 'Kendilerini korkuttuğunu görmüş olduğum
şeyden onlar sayesinde tesellî buluyorlardı.' buyurarak, halkın içine
düştükleri fesaddan bu ordu sayesinde kurtulduklarına işaret ediyordu. Çünkü bu
zât 'Türk'e geleceği' sırada, henüz 'kırklar tamamına ermeden bu halk fesâda
düşmüş'tü.
Hazret nihayet kırklarla
birlikte bu toplantıya katılacağını haber aldı ve kendisini tutamayıp ağlamaya
başladı. O an kendisine: 'Niye ağlıyorsun? Biz onunla konuşup sırlaşacağız ya!'
diyen bir kimseye; 'Ben başka bir yere konulacağım diye ağlamıyorum. Kalbimin
merhametinden ötürü ağlıyorum. Bana insan topluluklarının içine konulacak olan
kırklar daha bu devirde seyrettirildi ya, işte bunun için ağlıyorum!' demiş ve
yine kendisine heyecanla: 'Emrolunan kişiyi gördün mü? Emrolunan kişiyi gördün
mü?' diyen başka bir kişiye ise: 'Hayır! Lâkin kubbe kapısının sonuna kadar
vardım, iki ayağımla sıçrayarak emrolunan kişinin kapısını çaldım. Emrolunan
kişiyi bu kubbeden elini çıkarır gibi gördüm.' cevabını vermişti.
Bunları söylerken,
birdenbire 'emrolunan kişi'nin 'kırklar'a işaret ederek; 'Bu kırkları şu
hazîreye götürün, onları burada 'ayakta tutma'ya hapsedin!' emrini verdiğini işitti.
Hazret, o kişiyi görme lütfuna eriştiği bu andan sözederken; 'O bu dünya
ehlinden daha farklı ve seçkindi. Ben emrolunan kişinin küçük ordusuyla ve
Türk'le yürüyordum, bana hiç kimse zarar veremiyordu. O ben de dâhil olmak
üzere, büyüklerin hepsini bu toplantıda biraraya topladı.' diyordu. Bundan
sonra o zât, Hazret'e; 'Mescide çık, sana kendimle ilgili sırlar vereceğim!'
dedi ve ardından kendisine: 'Sen onların tümünün zuhuruyla kâim olacak kimseyi
görüyorsun!' şeklinde bir hitap geldi.
Murat Yılmaz
(Hakîm
et-Tirmizî, 'Risâle-i Büdüvv-i Şe'n', İsmâil Sâib, nr.: 1571, vr.
215b-216a-217a)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder